Son 1 sene hayatımın hem en yorucu, hem en hırpalayıcı hem de en güzel senesiydi. Seni ve kızkardeşini dünyaya getirdikten sonra sizin büyüdüğünüz gibi ben de büyümeye ve olgunlaşmaya başladım. Siz dünyayı öğrenirken ben de anne olmayı öğrenmeye çalıştım, çalışıyorum. Size karşı hatalı davranışlarım oluyorsa diye endişeleniyorum, aç mısınız tok musunuz diye endşeleniyorum, bir yeriniz ağrıyor mu diye endişeleniyorum, sizin için yeterli, doğruyu yanlışı anlatabilen bir anne olabilecek miyim diye endişeleniyorum ve en çok da hayatınız sürüp giderken yanınızda olabilecek miyim diye endişe ediyorum.
Şu anda içeride mışıl mışıl uyuyorsunuz. Babanızla Didim'deki yazlığın terasındayız. Siz içeride uyurken sizi özlüyorum ve fotoğraflarınıza bakıyorum.
Işık - Can - Tuna - Nil
29 Ağustos 2010
Geçen sene bugün hayata merhaba dediniz. Hayatımızı baştan aşağıya değiştirdiniz. İki farklı karakter olduğunuzu bize iyice hissettidiğiniz bu günlerde artık bebeklikten çıkıp çocukluğa adım atıyorsunuz ve biz ne kadar hızlı büyüdüğünüze inanamıyoruz. Yüürmeye çalışmanız, konuşmaya çalışmanız, yaptığınız her yeni hareket bizi çok heyecanlandırıyor. Siz yokken hayatımızda ne varmış diye merak ediyoruz.
Bugün bizim için bir ilk yaşandı. İlk kez Tuna ve Nil'i Şirin Teyzelerine bırakıp sevgilimle başbaşa bir program yaptık. Doğumgünüm olduğu için ve belki de 1 senenin sonunda buna ihtiyacımız olduğu için. Çocuklarla beraber yapamadığımız ve en özlediğimiz şey sinemaya gitmekti. Arkasından da güzel bir yemek, sessiz ve sakin.
Seçtiğimiz film Christopher Nolan'ın son filmi Inception'dı. Gerçekliği sorgulayan, sorgulatan, heyecanlandıran, hayal aleminde gezintiye çıkartan ve insan beyinin yaratıcılığını ortaya koyan bir film. Beyin cimnastiği yaptırmasının haricinde, görsel zenginliği ve sürükleyiciliği ile de doyurucu bir filmdi benim için. Sinema filmini sinemada izleme keyfini çok özlemişim, çocuklarımızı fazla aklıma getirmemeye çalışarak, patlamış mısır ve kola ikilisinin eşliğinde güzel bir vakit geçirmiş olduk uzun bir aradan sonra.
Inception - detay
Ardından sevgilimle yemek yedik dışarıda, güzel bir tortellini, bir kadeh beyaz şarap, sert ve lezzetli bir espresso. Olumsuz tek şey İzmir'in 40 derecelere varan yapış yapış havasıydı ve bir de bebeklerimizi çok özlemiş olmaktı. Başbaşa olmayı özlesek de onları başbaşa kalmaktan daha çok özlüyoruz galiba. Ne çelişki ama.
Günün sonunda bebeklerimizin uyku saati gelmeden alabilmek için yola koyulduk, onları alıp evimize getirdik, bol bol öpüp koklayarak yataklarında huzur içinde uykuya geçmelerini sağladık. İşte o zaman tam anlamıyla mutlu ve huzurlu olduk, çocuklarımız yanımızda, evimizde.
Nil & Tuna
Tuna'm ve Nil'im, hep bu fotoğraftaki gibi elele olun ve her zaman sizi çok sevdiğimizi unutmayın. Ve teşekkürler sevgillim, bu güzel gün için ve yanımda olduğun için.
Bugünden itibaren 35 yaşındayım diyeceğim önümüzdeki 1 sene boyunca. Hani yolun yarısı dedikleri 35. Bir 35 sene daha yaşayabileceksem daha ne isterim ki diye düşüdüm ve bu fikir çok hoşuma gitti. İnsan anne olduktan sonra hep çocuklarının geleceğini, ne kadar daha onların yanında olabileceğini, hayatla olan mücadelelerinde onlara ne kadar destek olabileceğini düşünüp duruyor, en azından benim için öyle.
Bebek Işık - 1975
Geçtiğimiz sene bugünlerde karnım tam anlamıyla burnumda, artık sabırsızlığın doğruğunda, zor günler geçirerek bebeklerimi bekliyordum. Şimdi dönüp baktığımda koca bir senenin nasıl su gibi akıp gittiğine şaşırıp kalıyorum. Neler neler oldu hayatımın şu son 1 senesinde, ne kadar çok şey değişti, ne kadar büyük mutluluklar yaşadım. Sabahları iki bebeğimin cıvıltılarıyla uyandığım, onları kucakladığım bu günlerde böyle bir mutluluk olabilir mi diye soruyorum sık sık, böyle bir sevgi, böyle büyük bir tatmin. Anne olmaya alışmak, uykusuz geçen geceler boyu iki bebeğimin birden karnının tok, altının kuru, keyfinin yerinde olması için çaba sarfetmek, ikiz mucizelerimin saniye saniye nasıl büyüdüklerine, dünyayı keşfetmeye başlamalarına, gülücükler, agular ve ufak kelimeler keşfetmelerine, önüne geçilemez merakları yüzünden oldukça erkenden tutunarak, ayağa kalkarak, emekleyerek özgürlüklerini ilan etmelerine ve hep hayal ettiğim gibi – biraz kavga, çekişme ile olsa da – birbirleri ile oturup oyunlar oynamaya başlamalarına şahit olmak beni bir yaş değil bir kaç yaş olgunlaştırdı ve hayatın "öz"ünü gösterdi.
Anne Işık - 2010
Bu dönemde daha önceki hayatımda yer verdiğim pek çok şeyden fedakarlık ettiğim, etmek zorunda kaldığım da bir gerçek. Mesleğim, hobilerim, eşime ayırabildiğim zaman, arkadaşlarımla geçirdiğim vakit ve daha pek çok şey hayatımdan eksildi. Zaten büyük bir hüzünle çocuklu olduktan sonra etrafından ne kadar çok insan eksildiğini görüyor insan aynı zamanda. Ben mi eksildim yoksa diye düşünüyorum bazen ama hayatımdaki değişiklikler içimdeki “ben”i değiştirmedi ki? O Işık hala aynı Işık ve anne olmuş olsa da arkadaşlığa, desteğe ve paylaşmaya her zamankinden çok ihtiyacı var. Ama 35 yaşını doldurduğu bu senede artık arkadaşlık ve dostluğa olan inancını hepten kaybetmiş bir Işık var ve o Işık artık biliyor ki hiç kimse insana ailesinden daha yakın, daha samimi, daha arkadaş ve daha dost olmazmış, varsın olmasın!
Çok değil 15 gün sonra bebeklerim artık bebeklikten çıkıp 1. yaşgünlerini kutlayacaklar. Beni çok daha değişik, çok daha heyecan verici ve eğlenceli günler bekliyor biliyorum. 35. yaşım harika geçecek bundan eminim. İyi ki doğmuşum, iyi ki beni istemiş anneciğim ve babacığım, iyi ki ablamın kardeşi, eşimin sevgilisi olmuşum ve iyi ki doğurmuşum ikiz mucizelerimi. Benden daha mutlusu var mı?
Gracias a la Vida! Bir kez daha gelsin benim için hayatta en sevdiğim şarkı, Joan Baez ve Mercedes Sosa’nın harika yorumuyla elbette. Dinleyin ve keyfini çıkartın. (Sözleri ve Türkçe çevirisi aşağıda)
gracias a la vida, que me ha dado tanto. me dio dos luceros, que cuando los abro, perfecto distingo lo negro del blanco, y en el alto cielo su fondo estrellado, y en las multitudes el hombre que yo amo.
gracias a la vida, que me ha dado tanto. me ha dado el oído que, en todo su ancho, graba noche y día grillos y canarios martillos, turbinas, ladridos, chubascos, y la voz tan tierna de mi bien amado.
gracias a la vida, que me ha dado tanto, me ha dado el sonido y el abecedario. con él las palabras que pienso y declaro, "madre,", "amigo," "hermano," y los alumbrando la ruta del alma del que estoy amando.
gracias a la vida, que me ha dado tanto. me ha dado la marcha de mis pies cansados. con ellos anduve ciudades y charcos, playas y desiertos, montañas y llanos, y la casa tuya, tu calle y tu patio.
gracias a la vida que me ha dado tanto me dio el corazón, que agita su marco.
cuando miro el fruto del cerebro humano, cuando miro al bueno tan lejos del malo. cuando miro el fondo de tus ojos claros.
gracias a la vida que me ha dado tanto. me ha dado la risa, y me ha dado el llanto.
así yo distingo dicha de quebranto, los dos materiales que forman mi canto, y el canto de ustedes que es el mismo canto.
y el canto de todos que es mi propio canto. gracias a la vida que me ha dado tanto.
TEŞEKKÜRLER HAYAT
"teşekkürler hayat, bütün verdiklerin için iki göz verdin bana, her açtığımda onları kusursuzca ayırt edebiliyorum siyahı beyazdan, ve cennetin yıldızlı görüntüsünü, ve de kalabalıklar içerisindeki sevdiğimi
teşekkürler hayat, bütün verdiklerin için bana ses ve harfleri verdin, ve onlarla haykırıp, düşünebildiğim kelimeler, anne, arkadaş,kardeş ve yanan ışık, bir de sevda, duygularıma yol gösteren
teşekkürler hayat, bütün verdiklerin için sesi verdin, bütün şiddetiyle hayatı içeren gece gündüz cırcırböceklerini ve kanaryaları kaydeden, çekiç seslerini, motorları, köpek havlamalarını, fırtınaları da, ve sevdiğimin yumuşak sesini de.
teşekkürler hayat, bütün verdiklerin için yorgun ayaklarımın adımlarını verdin onlarla şehirleri ve gölcükleri gezdiğim ve kumsalları ve çölleri, dağlar ve ovaları ve yürüdüğüm, senin evin, senin cadden, ve senin avlunu
teşekkürler hayat, bütün verdiklerin için bana gülüşü, gözyaşlarını verdin böylece yıkıntılardan kısmeti ayırdığım şarkımı yapan iki maddeyi ve benim olan hepinizin şarkısını..."
Blogumu açtıktan kısa bir süre sonra başka anne bloglarında gezinirken "Annelerin Dünyası" ndan haberdar oldum ve her hafta belirlenen bir konu üzerine farklı bir çok annenin yazılar yazdığını gördüm, hoşuma gitti. Bu bloga dahil olmak istedim ve bir e-posta gönderdim ve kabul edildim. Şimdiye kadar üç tane yazı yazdım ve bundan sonra orada yazdığım yazıların linklerini de sayfamda Annelerin Dünyası başlığı altında toplamaya karar verdim. İşte onlar:
Yorgunum. Hem de öyle böyle değil, çok ama çok yorgunum. Tuna ve Nil tam 11 ayı doldurdu. Bu aralar ben de yorgunluğun limitlerinde gezintiye çıkmış durumdayım. Nasıl ifade edeceğimi bile bilemediğim çaresizlik ve yalnızlık duygularım arada bir kabarıyor işte, bugün de öyle bir gün. Hep "güçlü kadın" olmaya çalışmayı bıraktım bir süredir. Bazen öyleyim, belki çokca öyleyim ama ben de kötü hissedip pes etme hakkımı kullanmak istiyorum kimi günler.
Bugün de son 11 ay gibi sabah 5.30 da başlayıp akşam 21:00 e kadar süren bir mesaiden çıktım. Yorgun savaşçı dedikleri bu olsa gerek. Sabah uyanmaya çalış, iki biberon hazırla, iki alt değiştir hatta temiz beze kaka yapılınca 4 kez olabilir, sonra sabah enerjileriyle dolu olan iki canavarı eğlendir. Baba gidip bakıcı gelince kahvaltı, ilk uykuları için uyutma faslı, onlar uyur uyumaz fırlayıp pazara git, dönüp yerleştir, uyandıklarında kahvaltı. 3 saat sonra meyve saati ve öğlen uykusu. Bu sırada yemek pişirme ve kendi yemeğini yeme molası. Sonra çocukların öğlen yemeği, oyun, vs. Akşama doğru yoğurt yedirme ve bakıcımızı uğurlayınca baba gelene kadar 1-1.5 saat iki enerji bombasıyla başetmeye çalış, ardından babanın gelmesi, yemek hazırlığı, onların maması ve saat 20 den sonra uykuları gelmeye başlayınca biri bende, biri babada uykuya geçme seansı. Akşam huysuzluğu, yatıp geri kalkmalar, tekrar uyutma veeee işte mesai bitti. Ardından bir nefes alayım demek lazım ama evi toparlamak, bulaşıkları makineye koymak gibi işlerden sonra ancak ve işte saat 22:00. Geriye ne kalır? Bilgisayar veya tv karşısında geçen 1-2 saat ve uyku. Sonra sabah 5:30...
Bunları niye yazdım, bildiğim şeyler tekrarlamak için mi? Çok mu şikayetçiyim? Aslında tabii ki hayır, tapıyorum çocuklarıma, elbette çok mutluyum ama sadece yor-gu-num. Hepsi bu...Bir de çalışamıyor, mesleğini yapamıyor olmak kendimi işe yaramaz hissetmeme sebep oluyor bu aralar. Geçer mi bu duygu? Tekrar çalışabilirim değil mi? Umarım.
Aslında bunları bugünleri unutmamak için yazdım. Belki döner bakar ve gülümserim, kimbilir?